Sumela Manastırı

Sumela Manastırı Trabzon un Maçka İlçesi Altındere Köyü sınırları içinde bulunan Altındere vadisine hakim Karadağ ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuştur. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür. Meryem Ana adına kurulan manastırın Sumela adını siyah anlamına gelen melas sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar dan geldiği düşünülmekte ise de Sumela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir.

Trabzon un Sumela Manastırı bu adı ile tarihte ancak Trabzon Komnenos ları döneminde ortaya çıkmaktadır. Her köşesinde irili ufaklı böyle dini binalar olan bu bölgenin peyzaj itibarıyla en harikulade bir yerinde Sumela Manastırı kurulmuş ve Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı gelişmeler ile tam manası ile muazzam bir tesis halini almıştır. Hemen hemen 1200 metre rakımlı bir noktada ve vadinin dibinde akan suyun 300 metre kadar yükseğinde, dimdik denilebilecek kadar sahip bir yamacın ortalarında oldukça geniş ve yüksek bir mağara, daha doğrusu bir kovuk bu tesisin çekirdeğini teşkil etmiştir. Bu, erişilmesi zor ve yorucu kovuk önündeki dar çıkıntı zamanla burada büyüyen, genişleyen ve zenginleşen manastıra zemin olmuştur. Sumela Trabzon ve çevresinde sayılan hayli çok olan eski manastırların en ünlüsüdür.



Dağlara, yüksekliklere ve mağaralara bir kült yeri olarak çok eskiden beri daima özel bir değer verildiği bilinir. Belki bu mağaranın içinde de evvelce böylece bir sunak yapılmıştı. Hıristiyanlık yayıldıktan sonra burasının bilinmeyen bir tarihte ufak bir keşiş inziva yeri haline getirildiği de düşünülebilir. Tabiatıyla bu tahminler, benzeri eserlerde müşahede edilen hususlardan çıkarılmaktadır. Ancak mağara kısmında yapılacak etraflı ilmi araştırma ve sondajlar bu tahminlerin doğruluk derecesini belki aydınlatabilir.

Sumela Manastırı na ormanın içinde bir patikadan tırmanılır. Manastırın girişi çok sıkı emniyete alınmış ve dar uzun bir merdivenle, son kısma erişilmesi mümkün kılınmıştır. Bu merdivenin yanında yamaca yaslanmış büyük bir su kemerinin tesise evvelce su getirdiği anlaşılmaktadır. Eski fotoğraflarda geniş kavisli on kadar gözü ile mükemmel bir halde fark edilen bu kemer şimdi yıkık durumdadır.



Kapıdan girildiğinde, kapıcı hücreleri vs geçildikten sonra bir merdivenden küçük iç avluya inilir. Burada merkez, solda bulunan kilise haline getirilmiş olan tabii kovuktur. Kovuğun karşısında muayyen bir düzene sahip olmaksızın inşa edilen çeşitli manastır binaları görülür. Bu avlunun sol tarafında şimdi kısmen yıkılmış ve içine moloz dolmuş bir halde yukarıdan kayadan süzülen ve damlayan kutsal suyun toplandığı çok yeni tarihlere ait bir şadırvan vardır. Yine sol tarafta mağaranın içine manastırın en eski kısmı olan kilise yerleştirilmiştir.

Avluya doğru çıkıntı teşkil eden ayrıca bir şapel bitişik bulunan bu kilisenin gerek iç duvarları gerek avludan görülen dış duvarı tamamen Fresko resimler ile kaplıdır. Ancak yakından dikkatli incelendiğinde bu resimlerin birçoğunun geç bir tarihe ait oldukları ve altlarındaki başka tabakalarda daha eski ve çok daha değerli duvar resimlerinin bulunduğu fark edilir.



Zaten bu husus bazı yazılar ile de belirtilmiştir. Avlunun sağ tarafında ise 1860 yılına doğru inşa edildikleri bilinen birtakım misafir odaları ve kütüphane olarak kullanılmış olan mekan bulunmaktadır. Avlunun etrafında daha birçok küçük şapeller vardır. Manastır şimdiki duruma girmeden çekilen eski fotoğraflarda, bütün bu binaların avluya bakan yüzleri önlerinde birbirinin üzerine binen ahşap balkonlar, sundurmalar bulunduğu görülmektedir. Talbot - Rice in bildirdiğine göre bunlarda ahşaptan yontulmuş güzel parçalar da mevcuttu. Bugün çok harap bir halde bulunan buradaki küçük şapellerden bir tanesinde on dört veya on beşinci yüzyıllara ait oldukları tahmin olunan resimler tespit edilmiştir.



Avlunun ilerisinde dar bir koridor, kayalığın önündeki ensiz bir çıkıntı üzerinde uzanmaktadır. Burada doğrudan doğruya yamaca yaslanmış gösterişli bir bina uzanır. Sumela Manastırı'nın uzaktan görünüşünde daima ön plana geçen bu kısım, burada yaşayan keşişlerin barındıkları esas manastır yapısıdır. Üç esas kattan başka, ayrıca altta birkaç sıra mahzeni ve üstte bir de çekme katı olduğu anlaşılan bu yapının saçak dibinde sıralanan kemerli galerileri ile heybetli, bir görünüşü vardır. Adeta kitlesi ile dağın kayalarında uzaklardan beyaz bir leke halinde taşan bu kışla biçimli yapı, manastırın 1860 taki büyük tamir ve genişletilmesinde inşa olunmuştur.

Büyüklüğü ile konumundan başka, kayda değer hiçbir sanat ve mimari özelliği olmayan bir binadır. Evvelce geniş saçaklı olan ahşap çatısı, içinin bölmeleri, ahşap katları yok olduğundan bugün dört duvardan ibaret bir harabedir. Bu duvarların arasında içi, derine doğru inen büyük bir boşluk halindedir. Dışarı bir çıkıntı teşkil eden ortadaki kulesinden aşağı bakıldığında, bu binanın yapıldığı yerin baş döndürücü yüksekliği iyice anlaşılır.



Bu tesisin en önemli kısmı, iç avlunun bir kenarında bulunan kilisedir. Bu kilise kutsal mağara veya kovuğun iç satıhlarının düzeltilmesi ve ağzının düz bir duvarla kapatılması suretiyle elde edilmiştir. Bu duvara bitişik, bir çıkıntı teşkil eden küçük bir Şapel vardır. Burada iç ve dış satıhlar, 18. yüzyıldan bu yana birkaç tabaka halinde üst üste Fresko resimler ile süslenmiştir. Bazı yerlerde üç tabaka açıkça fark edilmektedir. En alt tabaka renkleri ve kalitesi bakımından, üsttekilerden çok farklı ve daha iyidir. Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekiyor. Buradaki Freskoların 1710, 1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisesinin içinde, avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait Freskolar da tespit edilmiştir. Burada III.Alexios iki yanında oğulları III.Manuel ve Andronikos ile tasvir edilmiş idi. Bugün bu portrelerden hiç bir iz kalmamıştır.



Dışarıda, kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile süvari iki aziz ( Georgios ve Demetrios ) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında iki tabaka daha resim bulunduğu tespit edilmiş. Bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür, bunun üstünde de Metamorphosis, yani Tabor Dağında İsa nın görünüşünün değişmesi ( suretinin değişmesi ) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında, Sumela Manastırı nın eski ve o nispette de değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt tabakalarda durmaktadır denilebilir.



Avlunun etrafındaki binalarda yer yer, Türk sanatı tesirleri de kendilerini belli ederler. Oodalarda dolaplar, hücreler ve ocaklar bu küçük mekanlara bir Türk enteryörü havası vermektedir. Kutsal suyu toplayan şadırvan da sivri kemerleri ile Türk mimarı karakterindedir. Fakat en dikkat çekici nokta bazı duvarlarda koyu kırmızı boya ile yapılmış duvar süsleridir ki bunlar 18. yüzyıl Türk binalarındaki tuğla derz süslemelerinin boya ile yapılmış taklitleridir. Sumela nın yüz metre kadar kuzeyinde, yine dağ yamacına oyulmuş erişilmez durumda ve içinde Fresko resimler olan bir mağara şapellerinin de varlığı söylenir.



Trabzon un 18 Nisan 1916 dan, 24 Şubat 1918 e kadar süren Rus işgali burada bir Hıristiyan Pontus devletinin tekrar kurulacağı ümitlerini doğurmuştu. Kurtuluş Savaşı sonunda, bu ümit kapılarını kapamak üzere 1923 te bütün Rumların Yunanistan a gönderilmeleri ile Sumela Manastırı boşaltılmıştır. Göç eden Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir belirtisi olarak Makedonyada Verria ( Türk devrinde: Kara Ferye ) yakınında Kastania da aynı adla yeni bir manastır kurarak buraya modern bir Meryem Ana resmi yerleştirmek suretiyle eski geleneği yaşatmaya başlamışlardır.



Sahipsiz ve kontrolsüz kalan bu koca tesis hızla harap olmaya başlamış, 1930 da bir yangın ahşap kısımları silip süpürmüş bu arada gizli defineleri aramak bahanesi ile lüzumsuz bazı büyük tahripler de yapılmış kagir kısımlar yıkılmıştır. Burada ilk bakışta dikkati çeken husus darmadağın bir harabe görünüşü ve duvarlardaki Freskoların ustalıklı bir şekilde muntazam kareler halinde kesilerek yerlerinden sökülüp götürülmüş olmasıdır. Son derecede zor olan bu işin başarılı şekilde yapılması bunu oralıların değil bu çeşit hatıralara meraklı ve gerekli bilgiye sahip yabancı ziyaretçiler tarafından yapıldığını gösterir.



Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu 17. - 18. yüzyıllara ait çeşitli el yazmalardan 66 tanesi Ankara Müzesinde, içinde minyatürler olan ve Bizans eseri bin tanesi ( Dört İncil = Tetraevangelium ) İstanbul da Ayasofya Müzesindedir. Ayrıca 150 kadar da baskı kitap vardır. Kilise hazinesindeki değerli eşyadan, Trabzon Prensi III. Manuel in hediye ettiği gümüş salip ( stavrotek ) ile el yazması bir eser ve çok sayıda belge Atina da Bizans Eserleri Müzesi ne, manastıra ait Güllü Meryem olarak adlandırılan ikona, İrlanda da Dublin de National Gallery ye gitmiştir. Sultan Selim in hediye ettiği gümüş şamdanlar 1877 de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir Meryem ikonası da Oxford da bir özel koleksiyondadır. Buradan çıkarılmış, üzerinde Hıristiyan üçlemesi tasvir edilmiş gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli. gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtü de ( epitaphios ) Atina da Benaki Müzesindedir.







Ana Menü